15 Aralık 2014 Pazartesi

PARALELİSTAN

PARALELLER CENNETİ TÜRKİYE

İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar “paralel” kelimesi ve kavramı ne dünyamızda ne de ülkemizde bu kadar yoğun olarak kullanılmamıştı…

Dâhili ve harici coğrafyalarda bir paraleldir gidiyor…

Her iki alandaki iddia ve tartışma boyutları yenilir yutulur cinsten değil…

Paralel evrenler kavramı tartışmalarında tüm ezberler bozuluyor… Cennet, cehennem, kader, yaratılış, varoluş, dinler, sevap, günah ve benzeri kavramlar giderek daha çok ‘flu’laşıyor…

Önce bilimsel açıdan bakalım paralel kavramlarına:

Sözlüklerde:

1-  Yan yana ve birbirini kesmeden, birbirine kavuşmadan uzanıp giden (şeyler), koşut, muvazi.

2-  Koşut.

3-  Yerküresi üzerinde çizildiği varsayılan, Ekvator'a paralel çemberlerden her biri.


Coğrafyada:

Ekvatora paralel olarak dünya üzerinde doğu-batı yönünde uzandığı varsayılan dairelerdir. Ekvator, kutup noktalarına eşit uzaklıkta Dünya'nın ortasından geçtiği varsayılan en büyük paralel dairesidir. Başlangıç paraleli Ekvator'dur. Dünya'nın şeklinden dolayı paralellerin boyları ve yarıçapları ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe küçülür. Ekvatorun Kuzeyinde 90, Güneyinde 90 olmak üzere toplam 180 paralel dairesi vardır


Bilimdeki tartışmalar:

Kuantum mekaniğinin yorumlarından biri olan çoğul dünyalar yorumuna göre gerçekliğin kendisi olarak tüm kâinat için tek ve evrensel bir dalga fonksiyonu mevcuttur. Bu evrensel dalga fonksiyonu her şeyin dalga fonksiyonu olarak, bilinen dünyadaki bütün olasılıkları ve hatta bunun dışında evirilmesi olası bütün dünyaları kapsamaktadır. Çoğul Dünyalar yorumu, herkesin farklı bir senaryoda alternatif kararlarla eyleme geçtiği eş-evresiz gerçeklik fikrini taşır. Buna göre her farklı kararla dallanan dünya, her olasılığın var olduğu sonsuz sayıda paralel dünyalar oluşturur. Bu yorum ilk kez Princeton Üniversitesi'nde bir doktora öğrencisi olan Hugh Everett III tarafından 1957 senesinde ileri sürüldü. Teori yıllar sonra aynı üniversiteden Max Tegmark tarafından yorumu destekleyen kuantum intiharı ve kuantum ölümsüzlüğü deneyi ile birlikte popülerlik kazandı. Mistikler ve filozoflar da böyle olduğunu öne sürüyorlar.


Ve Türkiyesel Paralel:

Tam de Türkiye’ye ve Türklere yakışır cinsten!

Tarih sahnesi içinde var olduğu andan itibaren her türlü belanın envai çeşidi ile yakinen tanışmış ve sürekli mücadele etmiş bir millettir Türkler… Kahir ekseriyetinde galip gelmesine karşın zaman zaman da sinsi tuzaklar ve uzun vadeli derin planlar ile sırtından hançerlenerek derin sıkıntıların içine düşürülmüştür…

Son günlerin moda tartışması “paralel” konu su da böyle…

Her türünü, her boyutunu ve her yaştakini yalnızca ülkemizde, Türkiye’de görebilirsiniz… Böyle olması da çok doğaldır.


Çünkü insanlık mabedinin kilit taşıdır Türkiye…

Neredeyse her karışı tarihi ve ilahi mucizelerle dolu Anadolu’ya hâkim olan gücün dünyayı da ciddi olarak etkileyeceği, dahi ki yöneteceği sanal olmayan bir gerçekliktir. Sermaye, Emperyalizm ve Siyonizm bu gerçekliğin farkında olan kurumlardır…

Dolayısı ile:

Yazmakla ve saymakla bitmez mucizelerin ve fenomenlerin diyarı olan böylesine eşsiz ve emsalsiz bir coğrafyada, yönetim kademelerinde söz sahibi olmak için farklı orijinli ve çok çeşitli güç oyunlarının kurulması yadırganmamalıdır.

Bu yapılanmalar işi o kadar abartmışlardır ki, sokakta elinizi(!) sallasanız bir paralele çarpar. !!!

“Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar değerlidir” gibi özel üretim üfürmeleri milletin uzun vadeli hafızalarına ve alt-bilinçlerine kazıyan “paralel” yapılar, ortak düşmanları Türk halkını kolektif bir karalılıkla,  yönetimden ve sermayeden uzak tutmayı başarmışlardır…

Peki, kimlerdir bu paraleller?

Kısa özetlerle göz atalım…

Türkiye’deki gerçek anlamdaki ve il sıradaki paralel yapı NATO’dur!

Sanılanın aksine; 19 Şubat 1952’de NATO’ya giren bir Türkiye değil, Türkiye’ye giren bir NATO vardır… Siyonizm’in uluslararası resmi silahlı gücü olan NATO, bu tarihten itibaren devleti(mizi)n bütün kurumlarına sızacak ve en ince kılcal damarlarına kadar nüfuz edecektir…  Türkiye’nin en büyük ihanet projelerinden biri olan NATO üyeliği aşamalarını ve ülkemiz içindeki faaliyetlerini bilenler bilir… Bilmeyenler ve arzu edenler de kolayca araştırıp öğrenebilir…

Tarihi Cumhuriyetimizden bile daha eski olan ‘ana Paralel yapı’ ise Sabetaycılardır!  

Yaklaşık bir asırdır siyasette, ticarette, askeriyede, istihbaratta ve diğer alanlarda Türk kökenli yurttaşlarımızı tamamen dışlamış olan bu mağrur ve kibri yüksek sosyete, gerçek vatan evlatlarını masalardan ve kasalardan uzak tutmuştur. Osmanlı döneminde zirve yapan kontrol etme ve yönetme ihtirasları yalnızca koca bir imparatorluğun mahvına sebep olmakla kalmamış, bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini de içten içten kemiren, soyup soğana çeviren derin batı yalaması arsız ve uğursuz bir Siyonist kriptolar çetesi haline dönüşmüştür. Cumhuriyetimizdeki her türlü işbirlikçi ihanetlerin arkalarında bu genetik güruhun izlerini sürmek, dahi ki net fotoğraflarına ulaşmak zor değildir…


Fazla söze gerek bırakmayan bir paralel yapı; TÜSİYAD!

İçimizdeki en zengin ve en derin bela. Söylev ve eylemleri ihanet kokan en tehlikeli şebeke... Kendi çıkardıkları suni krizler ile servetlerine servet katan cicili bicili gözü doymaz mahlûklar topluluğu. Dilediğiniz zaman kolayca ulaşabileceğiniz üye profilleri, şecereleri ve aleni bağlantıları fazla yoruma gerek bırakmıyor.


İçimizi en çok acıtan Paralel güç; TSK!

27 Mayıstan 72 Mart Muhtırasına, 80 Darbesinden 28 Şubat’a kadar hala tam aydınlatılamamış müphem ve karanlık senaryoları sahneye koyan ve güç kavgalarının en sert örneklerinin yaşandığı (aynı zamanda göz bebeğimiz) bir kurum. Göğüslerinden “Bizim Çocuklar”(!) brövesinin düşmesini istediğimiz ve içlerinde yer tutmuş azılı Türk düşmanlarının temizlenmesini istediğimiz ata ocağımız… Bundan daha fazlasını yazmaya ne dilim varıyor ne elim gidiyor…


Tüm bunların arasına nur topu gibi yeni bir Paralel yapı daha doğdu; KCK!

Büyük İsrail ütopyasının Doğu İsrail ayağının programlanmış robotik katilleri olan PKK’nin siyasi kanadı ve alakok devlet yapılanması… Mossad ajanlarının CİA işbirliği ile 1950’li yıllardan beri bölgede yürüttükleri “üfürmece bir ırk ve paravan bir ülke yaratma” faaliyetlerinin resmileştirilmeye çalışılan son ürünü… Malum ülkelerin ve servislerinin yerli işbirlikçilerin samimi gayretleri ile giderek büyütülen, etki ve nüfuz alanı artırılmaya çalışılan ve bir yapılanma...


MASON yapılanması:

Eski tabiri ile Cihan-ı Şümul bir yapı… 

Bu enternasyonal yapısı ile milli düşünce ve duygular yerine evrensel olduğu iddia edilen sır bir ütopya etrafında toplaşmış, harici âleme tamamen kapalı amaç ve hedefleri müphem bir sosyete… Yapısı itibarı ile milli örf ve adetlerinden uzak, milletimize olan faydasını bir türlü çözemediğimiz bir koyu renkli bir gelenek… Son yıllardaki ciddi kan ve kalite kaybına rağmen hala ciddiye alınması gereken, ülkemizdeki seçkin (sözde!) ailelerin birliğinden oluşturulmuş etkili bir güç…


MİT!

Ülkemizin en önemli istihbarat kurumu… Buna rağmen Doğu ve Güneydoğumuza bakıldığında başarısı kuvvetlice sorgulanması gereken gizli yapı… Boşaltılan bankalarımızın, kaçırılan paralarımızın, soyulan milletimizin, yolsuzlukların ve faili meçhul cinayetlerin karşısında hiçbir varlık ve başarı gösterememiş bilinmez bir kurum… Buna karşın yaptığı yerel operasyonlar ile “bu ülkede ben de varım”, hatta “bensiz olmaz”  diyen başka bir derin yapılanma…


Ve elbette ki CEMAAT:

70’li yıllarda başlayarak iktisadi ve siyasi boyutları itibarı ile bir dev haline gelen, uluslar arası bağlantıları, ilişkileri ve çalışmaları ile kendisinden en çok söz ettiren, neredeyse tüm ricaları(!) devlet ricalinde bir emir haline gelme aşamasında iken çözülmeye başlayan çok ciddi bir güç… Gücün doğası itibarı ile yönetime talip olmuş ve yetiş(tiril)miş insana dayalı uzun vadeli projeksiyonlarını tek tek hayata geçirebilme başarısı göstermiş idealist bir inanç organizasyonu…

Yazılması gerekli diğer Paralel güçler ise malum ülkeler ve servisleridir!

Tek adlarını yazmaya gerek yok… 
(10 Büyük ülkenin istihbarat servisi)

Bu servislerin tamamı ülkemizde elini kolunu sallayarak gezmekte, devşirdikleri casusları vasıtası ile tüm kurumlarımızın içinde cirit atmakta, siyasi, ticari, stratejik ve istihbarati operasyonlarını neredeyse kendi ülkelerindekinden daha rahatça ve daha risksiz yapabilmektedirler… Hatta daha da ileri giderek, dingonun ahırındaymış gibi ulu orta seri infazlar gerçekleştirebilmektedirler… Diledikleri projeleri kafalarına göre gerçekleştirme becerilerindeki bu gizli servisler ebetteki ‘Paralel Yapılar’ sıralamasındaki olmazsa olmaz kuruluşlardır…


Bu yazımı;

Fikrimiz ve iznimiz alınmadan “bize karşı” yapılan her türlü operasyon ve girişimleri göz önünde bulundurarak kaleme aldım.

Biz Türkler kurmuş olduğumuz bir cihan imparatorluğun rehavetine kapılarak içine düştüğümüz umursamaz bir rehavet içinde bu büyük gücü sürdürebilme istikrarını ne yazık ki layığı ile yönetemedik. Çeşitli ihanetlere ve tuzaklara maruz kalarak tarihin en uzun ömürlü Türk İmparatorluğunu kaybettik. Bakiyesi bir Türk Devleti olan ve kendi kanımızla, Türk kanıyla kurduğumuz Türkiye Cumhuriyetinde de aynı ihanet senaryoları, aynı tuzaklar ve düşmanlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz…

Bununla beraber, her türlü engellemeye ve perdelemeye rağmen tarihi ve güncel gerçeklere ulaşmasını bilmiş, hakikat perdesini aralamış yüz binler yetiştirmeyi başardık…


Siz paralel sosyeteler kendi aranızda oynaşıp durun.

I. Dünya Savaşında düzmece(!) cephelerde sözde savaşlar ile (Türk imha kampları!) bitirdiğinizi sandığınız ve buna istinaden Türk diye bir ırk mı varmış yaygaralarını bastığınız bu topraklarda BİZ hala varız !!!


Biz mi kimiz?

Yılların gevşekliği ve yarattıkları suni atalet içinde ciddiye almama temayüllerinde ısrar edenlere ve hala aymayanlara bir kez daha tekrar edelim…

BİZ;
TÜRK MİLLETİYİZ!

İster Parallelerinizle gelin,
İster Üçgenlerinizle…

BİZ KAZANACAĞIZ!!!

16 Şubat 2014 Pazar

ZORLAMA BİR MİLLET, KURMACA BİR DEVLET... KÜRTMENİSTAN !



Yakın tarihte sıfırdan yaratılmış ve ortaya çıkarılmış bir çok kalem çizgisi ülkeler topluluğu görmekteyiz. 

Alınganlıklara neden olmaması için bu sanal kara parçalarının ve kendi koordinatlara ait özel sipariş imalatı liderlerinin tek tek isimlerini saymaya gerek yok. Bilenler bilir, anlayanlar anlar…

Bunların çoğunu çoğumuz biliriz... 

Atanmış büyük(!) kahramanları ve sırası gelmiş seçilmişlerinin bayrağı devralması ile ömürleri oldukça uzun olmuştur bu ülkeciklerin. Ama artık oluk oluk kan akmaktadır ve vahşet hakim olmaya başlamıştır bu coğrafyalarda.

Terör pusuyu bırakmış aleni kol gezmektedir. Gündüz gece, bayram seyran, kadın ihtiyar ve çoluk çocuk demeden vampir şarabı fıçılarını doldurmaktadır… 


Küstahça, hayasızca ve ahlaksızca….



Tuhaflığı, yanlışlığı anlar ve algılarsınız içten içe, ama tüm gücünüzle ve zekanızla ürettiğiniz alternatifiniz bir diğer seçilmişin tercihlenmesinde erir gider. Çünkü seçilecekleri seçmek iradeniz dahilinde değildir. Hiçbir zaman da sizin iradenize bırakılmaz, bırakılamaz. Şüphesiz ki, yaşadığınız ve ölümüne sahiplendiğiniz ırkınistanınız (ülkeniz) ırkınızdan daha önemlidir. Sizin bağırsaklarınızdan petrol, karnınızdan altın çıkmaz ki…

Üstelik öyle yönetim işlerine filan da karışamazsınız. Yiyip içip gezin işte. Gününüzü gün edin elinizden geldiğince. Yiyip içecek paranız yoksa bir sol örgüte giriverin hemen. Sloganlarla ve ütopyalarla kilo bile alabilirsiniz üstelik.



Dünyayı halen yöneten ve bundan sonra da yönetmeye de kararlı ademden bozma tanrıcıkların son kararıdır bu. İşlerine karışılmasına asla tahammül edemezler. Hatta anlaşılmasına bile… Öldürürler…

Tanrıların haritaları önlerinde, kalemleri ellerinde yine bu günlerde… Şöyle ağız tadında bir sömürü için otutturamayı bir türlü beceremedikleri siyasi/sosyal istikrarı yeni bir çizgi ülkesiyle kontrol etmeye niyetlenmişler derinden. Ve ısrarlı..

Bu yeni ülkenin adı Kürtmenistan.


Ve tarihte bir ilk yaşanıyor bu sefer. Eskiden Güney-Kuzey, Doğu-Batı diye ayrılırdı milletler. Sonra bunlardan birisi bir başka ülkeye dönüşüverirdi…

Bu sefer durum farklı, Güney-Kuzey, Doğu-Batı gibi dört ana yön yok!. Ama Dört Ana Sır var.

Bu Dört Ana Sır’rın adları sır değil.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye. 


Varın siz de biraz okült, biraz da esoterik derinlik kazandırılması için Toprak, Hava, Su ve Ateş deyin bu Dört Ana Sırra…


Başlangıcın başlangıcında yalnızca Ulu Yaratanın hakimiyetinde yaratılan dünyamız bu Dört Ana Sır’dan imal edilmişti ve her yerde sessizlik hakimdi, her yerde huzur hakimdi.

Şu günlerde ise, tanrısal meslekleri meslek edinmiş ve DNA’ları Ateşin Dumansızından gelen Adem görüntülü mahlukatların gürültüleri kaplamış durumda dünyamızı... 


Kovulmuşlar arasından kendilerine en yakınlarını bulup bir ülke kurdurmak ve yeni yeni kahramanlar yaratmak üzere…. 



Ne yazık ki(!) ciddi derecede kahraman bulma sıkıntıları var… 


Hani ders kitaplarında hep okutulan ve sınıfınızı geçebilmeniz için ezberletilen türlerden.

Ve üstelik bu kahraman(!) kişilikleri kendilerine ve ideolojilerine aykırı düşen İslami tiplemelerden seçmek zorunda kalıyorlar.

Saidi Nursi ve diğer İngiliz imalatı kuklalar gibi!



 


Bakalım sırada hangi sanal kahramanlar var yaratacakları sanal krallıkları için?


Tabii yaratabilirlerse... !

Hiç yorum yok:

Modern Frankeştayn’lar


Gerçek canavarlar, canavarı yaratanlardır.

50-80 yaş kuşağındaki gençlerimizin(!) mutlaka hatırladıkları korku filmlerinin unutulmaz bir canavar kahramanı. Kendi adı yok aslında. O’nu yaratan doktorun “Dr. Victor Frankeştayn.” Soyadıyla anılıyor. Doktor, ölümsüzlüğü arayıp bulma yolunda ve yaratan olmak rüyasıyla kendini Tanrı sanan manyak bir bilim adamı. Kitabı 1918 tarihinde yayınlanmış. Şaşırtıcı tarafı ise yazarının Mary Shelley adında bir kadın olması.

Gelelim Modern Fankeştayn’ımıza…


O kadar çoklar ki hangisini yazacağını şaşırıyor insan. Günümüzün belli başlı türleri arasında Politikacı, Asker, Bilim Adamı, Yazar, Edebiyatçı, Sanatçı, Hukukçu, Bürokrat, İş adamı ve çok daha şaşırtıcı olan nice başkaları bulunmakta. Dr. Victor yaşasaydı; kendi canavarı korkunç Frankeştayn’ının günümüzdeki versiyonlarının yanında melek gibi kaldığını görünce kafayı yerdi resmen.

Ben EN TEHLİKELİ olanını yazacağım...
Yani GIDA Frankeştayn’larını. Bunlar orijinal Frankeştayn gibi kendini Tanrıya benzetme hevesinden öte, kendilerini Tanrı sanan mega-süper dünya zararlıları. Bunlar muhtemeldir ki, ellerindeki mevcut toprakları değil ekmeye, tuvaletlerine bile yetmeyen, kökten ırkçı ve radikal faşist mutantlardır. Tanrılarını değiştiremedikleri için, Tanrının ürünleriyle (veya doğal seleksiyonla evrimleşmiş natürel gıdaların) ve onun kodlarıyla uğraşıyorlar. Hatta değiştiriyorlar.

İlk hedefleri olan az alanda çok ürün hedeflerine ulaştılar…
Yetmedi. Görüntüsüne de müdahale ettiler. Yetmedi. Rengine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kokusuna da müdahale ettiler. Yetmedi. Tadına da müdahale ettiler. Yetmedi. Vitamin, enzim ve elementlerine de müdahale ettiler. Yetmedi. Türün devamı kodlarını içeren çekirdeğine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kendisini, tüketenin DNA’sına kopyalayan trans-genleri ürettiler. O’da yetmedi. Ekildiği toprakları de değiştiren, zehirleyen katkılar koydular. Yine yetmedi.

Şimdi ki gizli hedefleri…
IRKLARA GÖRE ayrı etki ve tesir gösteren Biyolojik Gıda Silahları üretmek. Bir başka değişle; ırka göre hazırlanmış, yani yalnızca O ırkı hasta edecek, kısır bırakacak, hatta imha edecek Gıda Silahları üretmek. Tek kaygıları bu gizli zehirli GDO savaşlarından kendilerinin de etkilenmeleri. Görünen odur ki, keşfettikleri şeytan zehrinin panzehirlerini henüz bulamamışlar. Nasıl mı anladım? Eğer bulunmuş ve denenmiş olsaydı bu panzehir KİTLESEL ÖLÜMLER çoktan başlamış olurdu.

Mevcut duruma bakınca çıldırmamak elde değil…
Halen, Tarım ve Köy işleri Bakanlığımızın 115.000 çalışanı var.. 70 üniversitemiz, 30 ziraat fakültemiz ve 50 tarım araştırma enstitümüz bulunmakta. Ne yapar bumlar? Bulmaca mı çözerler? OK’ mi oynarlar… Veya durumun vahametinin farkında olup susarak bu cinayetlere ortak mı olurlar? Daha da ayıbı ise, içlerinde sayısız idealist gençlerimizin de bulunduğu tam 10 bin işsiz ziraat mühendisimizin göz göre göre harcanmasıdır. Ne aymazlıktır ki, veya nasıl bir işbirlikçi ihanettir ki, Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir. Yoksa tüm bu rezaletler üç beş adet saltmış veya kiralanmış züppe siyasetçinin cebi için mi yaşanmaktadır? Frankeştayn tohumların icadı-mucidi ve doğal patronu şeytanın araştırmacıları, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiklerini gazetelerin Internet sayfalarında gururla yazıyorlar. Saklamıyorlar artık. Habere göre, istediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...

Genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğrudur…
Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok. Yani bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz. Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk. Üstelik bu Frankeştayn tohumlarını toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz. Genetik tohum o toprağa da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.

Acı bir örnek…
Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir.

Yani Frankeştaynlar şeytan tohumlarını tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava.... Bu şeytan tohumların içine hastalık yerleştirenler, bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor. Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor. Çok korkunç. Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak. Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak! Şu anda dünyada bu şeytan tohumlarını kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır. İkincisi de biz olacağız.

HENÜZ SONA GELİNMEDİ.
DAHA VAKİT VAR!
Anlayalım, anlatalım, eyleme geçelim. Bildiğimiz kadar ve elimizden geldiğince. Tabii eğer çocuklarımızın da, torunlarımızın da, neslimizin de bu topraklarda yaşamaya devam etmelerini istiyorsak !
Önce Frankeştayn’ı biraz anımsayalım...

Hiç yorum yok:

AKP’NİN GİZLİ HORMON SAVAŞI!



Türkiye tablosu hiç bu kadar güzel olmamıştı ! 
Artan milli gelirlerimiz, zenginleşen insanımız, biten terör, dünya ilk on’una giren ekonomimiz, sona eren sağlık hizmeti problemleri, halledilen ilaç sıkıntıları, yok denecek kadar azalan işsizlik, güçlenen ziraatımız, gelişen hayvancılığımız, güçlü tarımımız, artan milli kuruluşlarımız, elektronik üretim sanayimiz, insansız uçaklarımız, ağır sanayimiz, madenlerimiz, enerji kaynaklarımız ve üretimimiz, toplumsal huzur ve barış, dünyanın en başarılı üniversiteleri, milli eğitimimiz, yediğimiz, içtiğimiz, kokladığımız, gördüğümüz her şey… Sanki hormon verilmişler. Hepsi 1’e 10 veriyor!

Olağanüstü ! 
Sanki memleket değil cennetteyiz! TBMM Gizli Oturumunda bu muhteşem tabloyu kutladınız sanırım. Halk şımarmasın diye gizli gizli kutladınız sanırım. Geleneksel Kızılcahamam AKP’liler toplanmalarında ve nutuklarında da bu tabloyu kutladınız sanırım. Yine biz’siz, milletten uzak, ama O’nun adına! Bu neşe ve özgüven dopinglendirmelerinin hemen ardından, geleneksel kampinginizden sonra da bir posta koydunuz Kürtçü partisine. “Erkekseniz silahınızı bırakın öyle gelin” dediniz. Muhtemelen onlar da size “takkelerinizi bırakın” öyle gelin diyecek. Birbirinizden ne farkınız var ki? Biriniz “made in batı takke” ile biriniz “made in batı mermi” ile hormonlu!

Bakınız AKP efendileri ! 
Derhal içinde bulunduğunuz derin rüyadan uyanınız. Şayet uyanabilirseniz, uyuyanlarınızı da uyandırınız. Sürekli ziyaret halinde bulunduğunuz TBMM’inden evvel bir kez de olsa kendinize uğrayınız! Tabii saf özünüz hormonlu dışınızı kabul ederse!

Ey resmi ademler ve baş resmi adem ! 
Sizin domatesten haberiniz var mı domatesten? Evet evet, hani şu Türk mutfağının vazgeçilmezi yemeklik, salatalık, salçalık domates! Efendim? Duyamıyorum! O gümbür gümbür sesiniz çıkamıyor değil mi? Bağırsanıza hadi “Türk Domatesimizin Milli Zaferi”diye! Sizin böyle ciddi(!) konularda pek sesiniz çıkmaz. Çıkamaz! Bari ben size “işe yarar” bir Kızılcahamam semineri vereyim de dinleyin. Domatesin kilosu bugün Ankara Beğendik Market’te 8 TL civarında idi! 10 kilo alırsanız 4 Kilo kaliteli salça yapabilirsiniz. Yani 20 liraya 1 Kg. salça. Kısacası avaz avaz bağırarak anons ettiğiniz memura, emekliye, işçiye zamlar salça parası bile değil. Bu karanlığı, muhterem partinizin bütün ziya hormonlu ampulleri bir araya gelse bile yok edemez! Edebilir mi?

İsrail’e Posta koyan ilk 10’un Türkiye’si ! 
Bir ampul ailesi olarak topluca posta attığınız İsrail’e karşı duruşunuzla böbürlenmekte, gururlanmakta ve sözde prim yapmaktasınız. Kötü Yahudiler, yaşasın Filistinliler söylemleri ile bir Müslüman’dan daha, bir fazla oy alma peşindesiniz. Peki, gelelim sokağa, milletin arasına. Şu günlerde sokaktaki Türk insanın en çok konuştuğu konulardan biri de genetiği ile oynanmış gıdalar değimlidir? İnsanımız İsrail’in şu meşhur hormonlu tohumlarını konuşmaz mı hep? Konuşur. Malum hormonlu “Milli” zirai politikalarınız sayesinde daha da konuşacak bu gidişle.

Söyleyeceğim o dur ki !
Sizin şu heybetli ekonominizin ve siyasetinizin tüm azameti bir domatese kurban gitti! Hem de koftiden, hormonlu bir domatese… Hem yok satıyor, hem inanılmaz uçuk bir fiyattan. Galiba birileri sizi muhatap bile almayıp, ciddi bir cevaba bile ihtiyaç duymadan açıktan dalga geçiyor. Hem de HORMONSUZ!

Sen önce “domates”i yen diyor! 
Yenebilirsen!

Hiç yorum yok:

15 Şubat 2014 Cumartesi

TÜRKLERE DÜŞMAN DEĞİLMİŞ !














Bak bak... !!!
Adama bak... !!!
Bir dediğine bak... !!!
Bir de dediği yere ve makamına bak... !!! 
İyi bak... !!!


Özel harekat timlerinin içinde bıyıkları aşağı doğru sarkık, tipik MHP militanı görüntüsü veren yanlış insanlar vardı”  diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik; 

"BEN TÜRKLERE DÜŞMAN DEĞİLİM

diyor…..!

Senin 'dostluğun'u yesinler emi?

Kendini fena açık etmişin Sayın Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin. 

Açıkça ve aleni bir şekilde, üstelik ulu orta 'ben Türk Değilim' diyorsun! 

Tamam.....!

TÜRK olmayabilirsin....

Ama Türklere ve Türklüğe sataşmayı bırak artık. 

Her şeyi bitirdin de şimdi Türklerin kıllarına ve bıyıklarına mı taktın?

Neredeyse engellenemez hırsına yenik düşüp Türklüğü yasaklayan kararnamelere alet edeceksin makamını… 

Bulunduğun yerin Türkiye olduğunu unuttun galiba. !!!

Ne yaptınız da böylesine kendinizden geçtiniz? 

Burası Irak’ın Kuzeyi değil Sn. Genel Başkan Yardımcısı Çelik efendi.




KENDİNE GEL !!!

Üstelik düşman olsan kaç yazar ? 

Ateş olsan cürmünüz kadar yer yakarsın !!! 

Ayıp, ayıp… !!!



Senin konumundaki bir insan, milletin infialine neden olacak bu lafları böylesine ucuz kullanamaz. 

Senin dediğini en son İmralı sakini APO demişti. 

Hem de uçakta !

Ama o bile senden daha sempatikti.. 

Benim anam Türk, ben Türkleri severim” diyordu kara göz bandajları açılırken….

Ne yani... ?

Apo bile yumuşadı, ben ondan daha mı radikalim mi diyorsun? 

Madem başladın, gerisini getir. 

Elinde, eteğinde ne varsa dök. 

Karnındakileri de kus artık. 

Geveleyip durma ! 

Hadi, ne diyeceksen de artık… 

Ne günlere kaldık yarabbim… 

Sen aklımıza mukayyet ol

Kimin aklına gelirdi, bir gün gelecek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Partisinin Genel Başkan Yardımcısı; 


BEN TÜRKLERE DÜŞMAN DEĞİLİM” 

diyecek.... !

Daha acısı bunu iyi ve doğru bir şey diyorum havasında yapacak. 

Gözlerimizin içine baka baka ve utanmadan…



Sen git o düdüğünü dağda çal !

Sayın Başbakan;


‘Türk Düşmanı Olmayan’(!) bu güzide ve nadide yardımcınızı önce yüce Allah’a sonra size havale ediyorum. 

Yok eğer bu siyaset ucubesi gelişmeyi referandum özgürlüklerinizin bir parçası olarak görüyorsanız şimdiden kaybettiniz!




En azından benim 'EVET’imi…..

Ali Aslan Dumanol 
2010/ ANKARA



Hiç yorum yok: